Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Freud'çu bir aşktı benimkisi

  Çok istediğim birşeyi rüyamda görmek asla gerçekleşmemesi demekti. Freud'u tanıyana kadar rüyalarımın uğursuzluğuna inanırdım.   Oysa O'nu rüyamda gördüğümde ne benim olmasını istiyor ne de bilinçdışımın bir köşesinde bu kadar yer ettiğini biliyordum. Sabah kalktığımda ilk hissettiğim büyük bir hayranlıktı. İnsan beynine, en ufak ayrıntıyı bile hafızaya alabilmesinden dolayı büyük hayranlık duydum. Sonra kendime şaştım. Aşık olmanın insaniliğini o kadar unutmuşum ki rüyamda görene kadar duygularımı bastırdığımı farkettim. Halbuki ruhun sonsuz özgürlüğünü savunan ben, iş kendime gelince büyük bir diktatör kesiliyordum. Yataktan bir daha duygularıma söz geçirmemek üzere kalktım.   Okula vardığımda rüyanın etkisinden çıkmış, gerçekliğin kollarına kendimi bırakmıştım. O zaman çok ufak bir ayrıntıyı atlamış olduğumu anladım. Evet onu tanımıyor olduğum gibi hiçbir ortak çevrede bulunmuyorduk! İsmini bile öğrenemeyecek olmak içimi acıttı.   O'na daha dikkatli bakmaya başladığ

Ajanda Aşkım

  Ajanda ve takvim sevgim kendimi bildim bileli var ama Metis ajandalarını gördüm göreli bunun adı resmen AŞK . İlk ajandamı 2009'da almışım ama nereden denk geldim de aldım bilemiyorum. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ndeki bir zamanların efsane İletişim 'i, şimdinin kitapsanında görmüş olmam muhtemel. En büyük hatam ise YGS-LYS'ye hazırlanacağım nasıl olsa ajanda yazacak vaktim olmaz diye 2010 ajandasını almamam(kendime haksızlık yapmayayım belki de alacak vaktim olmadı). Resmen koleksiyonumdaki eksik parça!   Ajanda günlükten bile güzel birşey, hangi gün hangi etkinliğe katılmışsın nereye gitmişsin gayet özet şekilde var. Gerçi ben zaman zaman günlük muamelesi yapıp duygularımı da yazıyorum. Mesela Büyük Ev Abluka'da konserinde Bas Bariton'a aşık olmuştum, oraya hemen çakmışım bi KALP .   Günlükten bile güzel dedim ya... İnsana Almanca, Biyoloji, İngilizce sınavlarından daha çarpıcı birşey hatırlatabilir mi lise yıllarını!   Bazen de araya g

4 Şehir 4 Leman Kültür

  Fırat çıkmadan önce bu kadar karikatür delisi değildik. İlk imza günüme gittiğimde Penguen son demlerindeydi. Erdil Yaşaroğlu-Yiğit Özgür-Serkan Altuniğne-Ersin Karabulut dörtlüsünden efsanevi bir poster imzalatmıştım. Tabii o zaman Ersin Karabulut diğerleri kadar tanınmıyordu. Yine vardı kendi çapında ergen bir kız kitlesi, aa sandıkiçini çizen sümüklü Ersin ihihih diye dolanıyorlardı. Utangaç tavırlarından sonra ben de kendisini pek sevdim, Sandıkiçi’nin sıkı takipçisi oldum. Ersin Karabulut 2-3 hafta üst üste facebook’tan bahsetmişti köşesinde. Ben de 2007 yılındaki Penguen imza gününden sonra takipçisi olduğum Ersin’i yine takip ettim ve girdim facebook’a.  (2007 İzmir Tüyap-Penguen İmza Günü)

Dede Korkut Taze Bitti Dede Hüseyin Versek?

  Dede Korkut ahaliyi başına toplayıp sürekli tarihi hikayeler anlatırmış. Benim dedemin de bir ahalisi olmadığına göre, misafir olduğu süre zarfınca bana anlatıyor hikayelerini. Hikayeden çıkarılan ders de bonusu. Ben de bu güzel hikayelerden sizi mahrum bırakmıyor, hemen iki tanesini patlıyorum. (Vikipedia'dan arakladığım Dede Korkut büstü) i. Bir karı-kocanın bebeği varmış. Bebeği evde bırakıp komşuya gitmişler. Geri döndüklerinde de kapının önünde bir kedi, ağzı burnu kan içinde. Adam benim bebeğimi yedi diye hemen öldürmüş kediyi. İçeri girip baktığında ne görsün!!! Bebeğin başında kan içinde parçalanmış bir yılan. Adam ömür boyu vicdan azabı çekmiş kedi bebeğimin canını kurtardı, bense onun canını aldım diye. DERS: Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!!! ii. Adamın biri bok temizliyormuş. Bi gün bi arkadaşı "Padişah değişti duydun mu"  diye sormuş. Adamımız: "Kim gelirse gelsin ben yine bok temizleyeceğim" DERS: İktidara kim gelirse

Midas'ın Kulakları Eşek Kulakları

  Kral Midas deyince benim aklıma ilk gelen kulaklarıdır. Dokunduğu herşeyi altına dönüştürmesiyle de bilinir. 2 yıl önce katıldığım Eskişehir'deki bir öğrenci kongresinde de bizi Yazılıkaya'daki Midas Anıtı'na götürdüler sosyal program olarak. Yazılıkaya(Midas Şehri)

Il buono, il brutto, il cattivo (1966)

Auralı İlham

  Gözlüklerini çıkarıp sıkıntıyla ovuşturdu gözlerini. Yazmaya çalıştığı saatlerde zamanın nasıl hızla aktığını yine unutmuş. Soğuyan kahvesini bir kerede bitirip kendine gelmeye çalıştı.   “Her şey bir cümleyle başlıyor” diye düşündü. İşten çıkıp eve gelirken geçirdiği otobüs yolculuklarını düşündü. Kalabalıkta gözleri dalmışken şoförün ani freniyle nasıl kendine geldiğini düşündü. Her şey o anda başlıyordu. Uzaklardan kopup tekrar otobüsün telaşına düştüğünde aklına yazacağı hikâyenin ilk cümlesi geliyordu. Auralı ilham terimi var mıdır diye sordu kendine.   Bildiği tek şey ilham kavramının yetenekli insanları kıskanan yeteneksizler ordusu tarafından ortaya atıldığı. Dostoyevski’ye bir ömür boyu ilham gelip kendisi hala bir öykü yazamamışken elbette biliyordu yeteneksiz olduğunu ve aslında Dostoyevski’ye ilham gelmediğini.   Okuduğu ilk romandan bu yana bir gün güzel şeyler yazacağını ve insanların da bir gün kendisini okuyacağını hayal etmişti. Bir süre çalıştı, hangi türde