Ana içeriğe atla

Il buono, il brutto, il cattivo (1966)



  Daha çok bilinen adıyla The Good, The Bad and The Ugly.
  Her zaman söylemişimdir; bana iyiyi oyna dersen eyvallah, kötüyü oyna dersen karizması var, ama çirkin ne ya ıyyyyy...
  Küçüklüğümden beri nefret ederdim kovboy filmlerinden. Hiç domates yemeyen bir çocuğun domatesi sevmemesi gibi. Sergio Leone ile tanışınca otomatik değişti tabi bu fikrim.
  İlk kovboy filmim Once Upon A Time in the West (C'era una volta il West) idi. Bu filmle Sergio Leone'yi çok sevmiş, İtalyanlar sinema olayını biliyor demiştim. Kovboy filmlerine olan ön yargımı da yıkmıştım. Ama İyi Kötü Çirkin gerçekten bambaşka. Once upon'da Harmonica karakterinin de apayrı bir karizması vardı elbet. Fakat bu filmde kadro çok daha fazla genişletilmiş. Savaş sahneleriyle mesajlar işlenmiş, karakterlere gerçek birer kişilik kazandırılmış.
  Filme başlarken birisi çok kötü, diğeri de çirkin iğrenç bir insan ama iyi hepsini yenicek diye düşünmüştüm. Gerçekten iyi hepsini yendi ama mesele çok da iyi bir insan olması değil, en iyi kovboy olması. Yaralı askere tütün verdi, kaptana birkaç dakikalık da olsa yaşam umudu verdi, tamam çok da zekiydi. Ama nihayetinde hırsız. Bu arada Sergio Leone'de hayran olduğum birşey olanakları sonuna kadar zorlaması. Mesela bir karakter asılacak mı, bi kafasını bi de ayaklarını göstermiyor. Tüm bedeni çekiyor. Bu filmde de tren sahnesi efsane olmuş.
  Filmde en beğendiğim sahnelerden biri de çirkinin mezarlıkta koşarak dönmesiydi. Onunla birlikte biz de döndük durduk.
  Bir de Clint Eastwood neymiş be dedik, yine Sergio Leone'nin efsane hareketlerinden yakın çekim göz planlarında o kadar karizma bakışlar fırlatmış ki insanın zamanda yolculuk yapası geliyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

İlk Psikiyatri Hastanesi: Asklepion

  İçinde bulunduğumuz coğrafya tıbbın kurucu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat İstanköy (Kos Adası) doğumludur ve çeşitli Anadolu illerinde hekimlik yaptıktan sonra tekrar İstanköy'e dönerek hekimliğe burada devam etmiştir. İstanköy Bodrum'un karşısında yer alan bir Ege adasıdır.   O dönemlerde yurdumuzda üç önemli sağlık merkezi bulunmaktaydı. Hipokrat'ın bulunduğu Kos Adası, Epidaurus ve Asklepion.

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age