Daha çok bilinen adıyla The Good, The Bad and The Ugly.
Her zaman söylemişimdir; bana iyiyi oyna dersen eyvallah, kötüyü oyna dersen karizması var, ama çirkin ne ya ıyyyyy...
Küçüklüğümden beri nefret ederdim kovboy filmlerinden. Hiç domates yemeyen bir çocuğun domatesi sevmemesi gibi. Sergio Leone ile tanışınca otomatik değişti tabi bu fikrim.
İlk kovboy filmim Once Upon A Time in the West (C'era una volta il West) idi. Bu filmle Sergio Leone'yi çok sevmiş, İtalyanlar sinema olayını biliyor demiştim. Kovboy filmlerine olan ön yargımı da yıkmıştım. Ama İyi Kötü Çirkin gerçekten bambaşka. Once upon'da Harmonica karakterinin de apayrı bir karizması vardı elbet. Fakat bu filmde kadro çok daha fazla genişletilmiş. Savaş sahneleriyle mesajlar işlenmiş, karakterlere gerçek birer kişilik kazandırılmış.
Filme başlarken birisi çok kötü, diğeri de çirkin iğrenç bir insan ama iyi hepsini yenicek diye düşünmüştüm. Gerçekten iyi hepsini yendi ama mesele çok da iyi bir insan olması değil, en iyi kovboy olması. Yaralı askere tütün verdi, kaptana birkaç dakikalık da olsa yaşam umudu verdi, tamam çok da zekiydi. Ama nihayetinde hırsız. Bu arada Sergio Leone'de hayran olduğum birşey olanakları sonuna kadar zorlaması. Mesela bir karakter asılacak mı, bi kafasını bi de ayaklarını göstermiyor. Tüm bedeni çekiyor. Bu filmde de tren sahnesi efsane olmuş.
Filmde en beğendiğim sahnelerden biri de çirkinin mezarlıkta koşarak dönmesiydi. Onunla birlikte biz de döndük durduk.
Bir de Clint Eastwood neymiş be dedik, yine Sergio Leone'nin efsane hareketlerinden yakın çekim göz planlarında o kadar karizma bakışlar fırlatmış ki insanın zamanda yolculuk yapası geliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkür ederim...