Ana içeriğe atla

Auralı İlham


  Gözlüklerini çıkarıp sıkıntıyla ovuşturdu gözlerini. Yazmaya çalıştığı saatlerde zamanın nasıl hızla aktığını yine unutmuş. Soğuyan kahvesini bir kerede bitirip kendine gelmeye çalıştı.
  “Her şey bir cümleyle başlıyor” diye düşündü. İşten çıkıp eve gelirken geçirdiği otobüs yolculuklarını düşündü. Kalabalıkta gözleri dalmışken şoförün ani freniyle nasıl kendine geldiğini düşündü. Her şey o anda başlıyordu. Uzaklardan kopup tekrar otobüsün telaşına düştüğünde aklına yazacağı hikâyenin ilk cümlesi geliyordu. Auralı ilham terimi var mıdır diye sordu kendine.
  Bildiği tek şey ilham kavramının yetenekli insanları kıskanan yeteneksizler ordusu tarafından ortaya atıldığı. Dostoyevski’ye bir ömür boyu ilham gelip kendisi hala bir öykü yazamamışken elbette biliyordu yeteneksiz olduğunu ve aslında Dostoyevski’ye ilham gelmediğini.
  Okuduğu ilk romandan bu yana bir gün güzel şeyler yazacağını ve insanların da bir gün kendisini okuyacağını hayal etmişti. Bir süre çalıştı, hangi türde yazmak istediğine karar vermeye uğraştı. Deneme yazmak çok kolaydı ama bir sonucunun olmadığını düşünüyordu. Her genç gibi şair olma tutkusunu da yaşadı fakat aşık olmak tabiatı değildi. Hayata, insanlara veya tek bir insana aşık değildi ve karamsar da sayılmazdı. Her şeyle mesafeli, istediği zaman her şeyden uzaklaşabilecek biriydi.
  Gözlem yapmayı seçti. Fırsat bulduğu zamanlarda sahil kenarına gidip kimi ya da neyi anlatabileceğini düşünüyor fakat hiçbir hikâyesine bir son bulamıyor.
  Kafasını kağıtlardan kaldırıp yazdıklarına bakıp düş kırıklığına uğradı yine. Bulduğu her güzel cümleden sonra devamının geleceğine olan inancını yitirmiyordu.
  Ertesi gün işten çıkınca bu sabah aklına gelen fikri uygulamaya koyuldu. Sigarasını yakıp gara sırtını vererek Talatpaşa Bulvarı boyunca yürüdü. Kendisine doğru gelenleri jilet mesafesiyle sıyırıp hızla kapıldı insan seline. Sevinç Pastanesi’nden karşıya geçerek ilkokulun önünden yürürken Gümrük’e doğru en kestirme yolu düşünüyordu. Otobüste oturursa aklına gelen cümleyi devam ettirip not alabilecekti. Henüz yazmadan bitmiş kadar sevindi hikâyesi için. İlhamın varlığına inanmasa da auralı ilham işine kafası yatıyordu. Şoför frene asılıp da kendine geldiğinde bir “son”a sahip ilk hikâyesinin ilk cümlesini yazacaktı. Hilton’u dönüp sağa kıvrıldığında saatine baktı. Otobüse yetişmesi için beş dakika vardı ve adımlarını hızlandırdı. Yolun karşısına geçerken ışığa yetişemedi, aldırmadan koştu. Bir kamyonet kornayı kökleyip fren yaparken kulaklarında bir uğultu duymaya başladı. Karnından yükselen sıcaklık şakaklarında son buluyordu. “Son”unu bulduğu hikâyesini düşündü, gülümsedi…


Dipnot: Aura, Yunanca’da ‘soluk’ anlamına gelen ‘avra’ kelimesinden gelmektedir. Aura, canlıların bedenini saran yüksek enerji yüklü alana verilen addır. Yazıdaki karakterde de otobüsün freniyle beyninde oluşan enerji yazma yeteneğinini körüklemektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

İlk Psikiyatri Hastanesi: Asklepion

  İçinde bulunduğumuz coğrafya tıbbın kurucu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat İstanköy (Kos Adası) doğumludur ve çeşitli Anadolu illerinde hekimlik yaptıktan sonra tekrar İstanköy'e dönerek hekimliğe burada devam etmiştir. İstanköy Bodrum'un karşısında yer alan bir Ege adasıdır.   O dönemlerde yurdumuzda üç önemli sağlık merkezi bulunmaktaydı. Hipokrat'ın bulunduğu Kos Adası, Epidaurus ve Asklepion.

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age