Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Genco Erkal Tiyatrosu'na İzleyici Bakışı

  Genco Erkal, 1938 yılında doğmuş usta tiyatro sanatçımız. 1969 yılında kurduğu Dostlar Tiyatrosu bugün neredeyse annemle yaşıt. Şimdiye dek oynadığı ve yönettiği oyunları saymak benim gibi bir yeni yetme için oldukça zor. Türkiye'nin içinden geçtiği pek çok sürece yaşayarak dahil olmuş ve sıkıntılarını çekmiş birisi aynı zamanda. Ancak çizgisi benim yetiştiğim yıllara da yön verdi. Lisedeyken Fazıl Say ile sergilediği Nazım Hikmet Oratoryosu'nu youtube üzerinden onlarca kez izlemişimdir.   Sizlere de Genco Erkal'ı biyogrofik olarak değil, son 5 oyunundan izlediğim 4 eserle anlatmak istiyorum. Bu yüzden "izleyici bakışı" olarak yorumluyorum bu yazımı. Son 5 oyunundan sadece Marx'ın Dönüşü'nü izleyemedim. Lise sondan beri görmek istediğim bu oyun benim için henüz bir uhde.   Ben Bertolt Brecht (2011)   Nereye Gidiyoruz? (2010)   Kerem Gibi (2009)   Marx'ın Dönüşü (2008)   Sivas '93 (2007)

Benim Gönderdiklerim / What I sent

  Postcrossing'te şimdiye kadar 1 kart aldım. Göndermek, kart almaktan kolay birşey. En başta kart bulmakta oldukça zorlanıyordum. Artık gördüğüm her kırtasiyeye dalıyor, her haftasonu birşeyler bulmaya çalışıyorum. Böylece elimde kartlar toplanıyor ve kişilerin istediği tarza uygun kartları da göndermiş oluyorum. to Ukraine

L'écume Des Jours (Günlerin Köpüğü), Boris Vian

  Kimi kitaplar belli bir temel üzerinde yazılır. Bir kuramın çerçevesinde şekillenir hikayenin örgüsü. Bu kitaplar da belli bir nitelik taşırlar elbet. Yusuf Atılgan'ın psikanalistik mekanizmayı kullanarak yazdığı Aylak Adam gibi. Veya varoluşçu kaygılarla ele alınmış Sartre'ın Bulantı'sı gibi.

30. İzmir Tiyatro Günleri

  Yılın en sevdiğim günleri gelmiş bulunmakta. Mart'ın sonu Nisan'ın başlarındaki İzmir Tiyatro Günleri ile pek çok oyunu izleme imkanı buluyoruz. Hem sezon içinde İzmir'e yolu düşmemiş tiyatro toplulukları geliyor hem de bilet fiyatları epey uygun oluyor.   Bu sene de 31.si düzenlenecek Tiyatro Günleri başlamadan evvel geçen yılki nasıldı bir hatırlayalım istedim. Geçen yıl elimi çabuk tutup her oyuna bilet almıştım. Ancak bir hafta içinde 6 oyun izlemek, her akşam tiyatroda olmak demekti neredeyse. Bu biraz yorucuydu açıkçası. Ama pek çok güzel oyunu izleme hazzı herşeyin üzerindedir! Ölümüne

A postcard from Spain

  İlk postcrossing kartım gelmiş bulunmakta. Ben evde yokken gelmiş ve biraz hava muhalefetine uğramış. Özellikle insanlardan oturdukları şehri yansıtan kartpostallar istediğim için Lola benim için Mayor Plaza'nın güzel bir fotoğrafını göndermiş.   Avrupa'nın en eski üniversitelerinden birine ev sahipliği yapan Salamanca'dan gelen kartpostal içimdeki İspanya'yı görme aşkını kabarttı. This is my first card which came from postcrossing. Lola sent me a landscape from Mayor Plaza, Salamanca. I love it! Salamanca

Everyday is like Sunday

  Pazar sabahı demek kahvaltı demektir benim için. Günün geri kalanıysa uzun bir yavaşlık, mayışıklık içinde geçer. Hatta benim lügatımda "aylak pazar aktivitileri" diye bir kalıp bulunur.   Cumartesi gecesini The Smiths ile noktalayıp pazar sabahına Morrissey'in ilk solo albümü Viva Hate(1988)'den Everyday is like Sunday ile başlıyorum.   Şarkının klibi dönemi yansıtması açısından çok başarılı. Walkmanli kızımızın plak dükkanına girmesiyle başlıyor klibin hikayesi. Kasiyer kıza utangaç bir bakışla sallanan el de tartışmasız en güzel sahne.   Morrisey'in anlaşılamaz sözleri yine kafaları karıştırıyor. Şarkıdaki bombalanmamış sahil kasabası üzerine teoriler mevcut. Kimisi Hitler'in çok sevdiği için bombalatmadığı bir sahil kasabası olduğunu kimisi ise Türkiye'ye bir gönderme olduğunu düşünüyor. Share some grased tea with me kısmında geçen "makina yağı gibi çay" terimi Çernobil faciasından sonraki Karadeniz'e bir atıf olduğu düşünülüyor. Ş

Mart Ayında Ben

  Günlerdir bir şeyler karalayıp yazamadım. Bu yüzden oldukça huzursuz hissediyorum. Ama baharın başlangıcı bu güzel ay benim için pek yoğun geçti.   Ayın ortasına denk gelen sınavım epey kastı beni. Aklımda pek çok konu olmasına rağmen vakit bulup uğraşamadım. Sınavdan sonraki 3-4 gün de sadece dağıtmak üzerine kuruluydu. Kuzenimle çılgınca ev partileri yapıp abur cubura doyduk, diziler izledik.   Ve her kadın gibi bahar başlangıcıyla yaz geldi aklımıza, spora başladık. Yürüyüş yapmak gerçekten en güzel spor. Hatta biyokimya derslerimden bir alıntı "vücutta iyi huylu kolesterol sentezleten tek spor" yürüyüş. Ama bu kadarla kalmayıp ayda bir gittiğim havuz seanslarını havanın güzelleşmesiyle sıklaştırmaya çalışcam. Her zaman çok şey yapmak istiyorum ama biliyorum ki yine üşenicem, yine bahaneler bulucam.   To The Wonder'a da gittim. Tanıtımında zaten deneysel bir film olduğu yazıyordu. Bu kadar da deneysel olmasını beklemiyordum ama açıkçası. Senaryo da beklediğim