Ana içeriğe atla

İlk Okuduğumda Anlamadığım 5 Kitap



  Kabul edelim ki öyle şarkılar öyle şiirler vardır ilk anda bizi şaşkınlığa uğratır, salt karmaşık bulduğumuzdan değil aynı zamanda güzelliğinden ve yaratıcılığından etkilendiğimiz için başımızı döndürür. Benim de gerekse karmaşık örgüsünden, söz oyunlarından, felsefi içeriğinden dolayı çok etkilenip her satırını büyük merakla yutup kimi paragraflarını tekrar tekrar okuyup yine de bir şeyler kaçırıyorum hissi uyandıran birkaç kitabım var. Eminim ki hepimizin var. Kitaplığımdan beş tanesini çektim. Tek tek kitap değerlendirmeleri yaptığımda kendimi tutamıyor içeriğe fazlaca dalıyorum, kısa kısa yorumların daha fazla ilgi uyandırdığını düşündüğüm için böyle bir kategori yapıp aslında çok sevdiğim 5 kitaptan da biraz söz etmiş olacağım :) Anlamamak sözcüğü bu kitapların bendeki yerini karşılamıyor elbet, nasıl ifade edeceğimi pek bilemiyorum ama karmaşık kitaplar diyeyim...



1. Uyuyan Adam (Un Homme Qoi Dort, 1967)

Georges Perec, Yaşam Kullanma Kılavuzu ve Kayboluş romanlarıyla edebiyata damgasını vurmuş Polonya asıllı bir yazar. Ailesi Yahudi kökenlidir ve 1920 yılında Paris'e göç etmişlerdir. 1936 yılında doğan Perec Icek Judko ve Cyrla Perec'in tek çocuğudur. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa ordusunda olan babası Icek Judko Perec savaşın hemen başında cephede ölmüştür. Annesi ise Auschwitz toplama kampında Naziler tarafından 1943'te öldürülmüştür. Daha detaylı biyografi için kaynaklar ekleyeceğim. Perec'in benliğini oluşturan acılar küçük yaşlarda savaşta kaybettiği ailesiyle başlıyor. Yaşam Kullanma Kılavuzu'nu(1978) adadığı dostu Raymond Queneau kitabın kendine adandığını görmeden vefat etmiştir. Bu da hayatındaki büyük yıkımlardan biridir. Uyuyan Adam bu tarihlerden önce 1967'de kaleme alınmıştır ve hayat arkadaşı Paulette'ye ithaf edilmiştir.

"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde."
FRANZ KAFKA

Yukarıdaki alıntıyla başlıyor kitap. Uyuyan adam, bir sosyoloji öğrencisi. Sabah kalktığında maskesi düşüyor.

"Tanı koymaya alışık değilsin ve bunu yapmak da istemiyorsun. Seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama bazen de coşturan şey başkalaşmanın aniliği değil, aksine, bunun bir değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de- öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın sıcaklığı onları eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü."

Her kitabının otobiyografik özellikler taşıdığını söyleyen Perec bu kitabı bir otobiyografi olarak kabul etmiyor. Ancak yazarın yaşamını öğrendiğimde idrak edebildim kitabı tam anlamıyla. Yukarıda 19. sayfadan aldığım cümlelerde Kafka alıntısına gönderme vardır. Kitabın çıkış noktasını oluşturan da bu alıntıdır. Küçük yaşlarda ailesini kaybeden ve kayıpların üzerine bir hayat inşa eden Perec temeli sağlam olmayan bir hayat sürmüş. Yıkımlar, acılar hep benliğinde taşıdığı geçmişi hayatının fonuydu. Kitap bir tablo tasviriyle başlıyor, odasını tablo olarak tasvir ediyor. Ben de düşüncelerime daha net ifade etmek adına, Perec'in hayatını bir tablo olarak tasvir edeceğim. Dört çıtanın üzerine gerilmiş tuval bezine tek kat bir fon çekilir, genelde beyaz renkle. Perec'in hayatının fonu da tanıyamadığı babası, işkenceyle ölen annesi, savaştır. Hep içinde duyarak yaşamıştır. Uyuyan Adam kitabında bir farkına varış değil de hep farkında olduğu bir şeyi daha fazla bilince getirmesini yazmıştır.

Karmaşık anlatımı, söz oyunları, büyüleyici tümceleriyle beni çok etkilemişti bu kitap. Yazarın hayatını araştırıp tekrar okuduktan sonra ise ne kadar çok şey kaçırdığımı, ne kadar çok şeyi anlamadığımı fark ettim.


Perec hakkında güzel bir yazı
Perec Biyografi



2. Kör  Baykuş (Bûf-e kûr, 1936)

Bu kitap bir başyapıt. Hayır benim kişisel yorumum değil, tüm dünya kabul ediyor bunu. İran edebiyatını çok farklı bir yere taşıyan, tanıtan ve modern dünyaya açan bir eser. Bir günde okumuştum, soluğunuz kesilmeden masalsı bir dilde akıp gidiyor kitap. Durup durup eski sayfalara dönme, paragrafları tekrar irdeleme ihtiyacı hissediyorsunuz. Açık açık söylemek gerekiyor, ben hala bu kitabı anlamadım bence. Zaman iç içe geçmiş, karakterler iç içe geçmiş. Hatta bu romanın anlatıcısından başka karakteri var mı, yani gerçek mi? Bilemiyorum. Sadık Hidayet afyon kullanmayı seven bir kişiymiş, romanın anlatıcısı da afyon kullanıyor. O yüzden gördükleri bir rüya mı, anlatıcı acaba Sadık Hidayet mi çözemedim. E bu kadar anlamadığın kitaptan nasıl etkilendin diyebilirsiniz. Gerçekten çok güzel bir dili var. Behçet Necatigil'in güzel çevirisiyle Sadık Hidayet'in yaratıcı romancılığının birleşimi. Bu kitabı inceleyen kitaplar yazılmış, araştırmalar yapılmış, çeşitli felsefi ve psikiyatrik teoriler yönünden değerlendirilmiş. İnsan mutlu oluyor benden başka anlamayanlar varmış diye. Daha sonra yazarın Aylak Köpek öykü kitabını aldım, onu da çok beğendim. Ama Kör Baykuş'un lezzeti bir başka...
Kör Baykuş hakkında neler yazılmış




3. Gece (1985)

Bilge Karasu Türkçe'yi en arı en güzel kullanan yazarlarımızdan. Anlatılmaz okunur kitaplara sahip. Biz ne desek, yaratıcılığının yanında sus pus kalır sözcüklerimiz. Amerika'da verilen 1991 Pegasus Edebiyat Ödülü'nü kazanmış bu eseriyle. Dört ana bölümden oluşan kitapta, her bölümü de birer ikişer sayfalık kısa bölümler oluşturuyor. Metin yazma kurallarının zorlandığı, zamanın büküldüğü, gecenin yavaş yavaş çöktüğü sıradışı bir yapıt. Sanki gündelik olaylara gecelik mi katmaya çalışmış? (Çok olmadı bu cümle) Gündelik olaylarımıza farklı bakışlar sunuyor her sayfasında. Diyorum ya anlatılmaz okunur diye. Hemen bir alıntı yapalım.
"Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden biri - en önemlilerinden biri - de 'insan' sözcüğü. Bir tılsım gibi kullanıp en yüce duyguların aracı haline getiririz onu; tek tek insanı, kişiyi (dostumuz olsun düşmanımız olsun) o sözcüğün yardımı, aracılığıyla ezmekten, yıkmaktan çekinmeyiz. Düşlediğimiz, tasarladığımız, kurduğumuz, dilediğimiz bir anlamı yükleyiverdiğimiz 'insan' sözcüğü, sırasında en güçlü aracımız, saldırganlık kargımız olur."




4. Yeni Hayat (1994)

"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." cümlesiyle başlıyor kitap. Kitabın peşinde savruluyor, kitabın etkisiyle aşık oluyor, yollara düşüyor kahramanımız. Bitmek bilmeyen yolculuklarda Anadolu'yu geziyoruz biz de. Kah Niğde gazozu içiyoruz kah Güdül kasabasına Viranbağ kasabasına varıyoruz. Taşkışla'da Canan'ı bekliyoruz. Yolculuklar hiç bitmiyor, bir meleğin peşinden sürükleniyoruz. Kitabın sonunda imgeler birbirine bağlanıyor. O kadar çok imge var ki herkes farklı bağlıyor. Yolculukların kaçınılmazı kazalar yaşıyoruz. Öyle bir sürükleniyoruz ki kahramanımızla, herşeyi birebir yaşıyor gibiyiz. Karşıdan gelen kamyonların ışığı gözümüzü alıyor adeta kitaptan fırlayarak.




5. Tutunamayanlar

En güzelini en sona saklamasam olmazdı. Bitiren nasıl bitirdiğiyle övünür, Tutunamayanları Bitiremeyenler birbirine sarılır. Onların da bir gün bitirmesi için sabırla okumaları lazımdır. Çünkü anlaşılmıyor, biz de anlamıyoruz. Okuyoruz, bir takım çıkarımlar yapıyoruz. Sonra bir gün yolda yürürken bir cümle geliyor aklımıza, yaptığımız çıkarımları en başa sarıyoruz. Değil mi Olric? Noktalama işaretlerinin olmadığı kısımda en fazla zorlandığımı itiraf edeyim. Çünkü bir çırpıda okuyup bitiresim geliyor, böyle olunca tümceler kafamda oluşmuyor bağdaşmıyor derken o sayfalar benim için gerçekten çok zordu. Kimisi de en çok burasının akıcı olduğunu söylüyor. Zevkler ve renkler en çok Tutunamayanlar'da çarpışıyor :) Selim ölüyor, biz Turgut'la başbaşayız. Turgut yalnız değil, Olric var. Selim varken Olric yoktu. Bir intihar mektubunun ardından sürükleniyor kendi küçük dünyamıza uzaktan bakıyoruz. Uzaktan aynı, ucuz, orta direk küçük burjuva hayatımıza dikiyoruz gözlerimizi. Kendimizi buluyoruz satırlarda, kendimizi eleştiriyoruz. Belki bu yüzden anlamamakta ısrarcıyız çoğumuz, kendi küçük saraylarımızda hapsolmuşuz, Selim'i anlamıyoruz. Turgut gibi yolculuklara çıkacak, Selim'i anlamaya çalışacak gücümüz de yok.
Ben Türkçe roman okuyan her insanın bu kitabı okuması gerektiğini düşünüyorum. Edebiyatımızın en önemli seslerinden biri Oğuz Atay. Aramızdan erken ayrıldığı için kendi bencilliğimizle üzgünüz biraz da, onu daha fazla okuma imkanımız olmadığı için üzülüyoruz. Henüz her kitabını bitiremedim, ama bir gün hepsini bitirmiş olacağım...

Yorumlar

  1. geceyi ilk başta ben de anlayamamiştim. fekat şarki konusunda serdar ortaci tek gecerim. adam oyle bi şarki yapiyo ki , şarkinin başinda aşik oluyo, sonra o kizla cikiyo bi anda bi bakmişsin başka bi kizla sarmaş dolaş , sarmaş dolaş oldugu kiz ilk aşik oldugu kizin mutlaka bi tanidigi cikiyo en sonunda ikisindende ayrilip ben ozgurum imaji yaratiyo.. bak garip ama dimi ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şarkı bakımından Rafet El Roman'ı tek geçiyorum, adamın çizgisi net. Aldatmış ve pişman adam. Gece kitabını da bir toplulukta tartışmıştık, Darbeyi anlattığını söyleyenler bile oldu, daha bir kafam karıştı :)

      Sil

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkür ederim...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

Kediler Güzel Uyanır - Yekta Kopan

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age