Ana içeriğe atla

Mitch Leigh - Mançalı Şövalye

  Seneler seneler evvel okulun edebiyat dergisinde çalışmıştım. Bu dergi vesilesiyle Devlet Opera ve Balesi Elhamra sahnesinde gösterimlerin kostüm tasarımcısı Sevda Hanım'la röpartaj yapmıştık. Daha bir tek opera müzikal izlemeden -yani sahneden evvel- mutfağı görmüştüm böylece. O zamanlar röportaj yaptığımız hanımın adı Sevda diye Kostüm Sevdası idi başlık. Ah lise!
  Bu senelerden beri uhdeydi benim için Elhamra'da bir gösterim izlemek. Nihayet Pazartesi günü de hayatımda ilk defa bir müzikal izledim, ve Elhamra'da izledim.
  Müzikal Türkiye'de pek fazla icra edilemeyen ve pek talep edilmeyen bir sahne sanatı. Oysa hep söylemişimdir benim için ses tiyatroda da çok önemlidir diye. Bir oyun düşünün ki herkesin sesi güzel! Tadından yenmiyor açıkçası bu nedenle müzikal.
  Mançalı Şövalye önce orkestranın bir solosuyla başlıyor. Bu arada dekoru da anlatayım. Sahne eğik zeminde, 16. yüzyıl hapishane ve yolcu hanı koşullarına uygun şekilde tasarlanmış. Siyah bir perdenin arkasında orkestra çalıyor, kimi zaman perdedeki hareketlerden şefin gölgesini görüyorsunuz. Sahnenin iki kapısı var oyuncular sürekli giriyor çıkıyor. Benim sayabildiğim kadarıyla sahnede 26 oyuncu vardı.
  Mançalı Şövalye önce orkestranın bir solosuyla başlıyor. Müzik şimdiye kadar duyduğunuz en mükemmel seslerden oluşuyor. Zaten oyun bitip de müzisyenler sahneye çıktığında o zamana kadar görmediğim bir çok enstrüman gördüm. Daha sonra bir dansçı ve gitar virtüözü flemenko dansı sergiliyor. Özellikle kızın topuklu ayakkabılarıyla tuttuğu ritm çok estetik.
  Oyunun esas başlangıcı başarısız yazar-asker-aktör ve vergi tahsildarı Cervantes'in İspanyol Engizisyonu tarafından can dostu ve hizmetkarı Sancho ile hapse atılmasıyla başlıyor. Vergi tahsildarı olarak vergi borçlarını ödemediği için Kilise'yi haczeden Cervantes'in başı aforoz etme cezasıyla meşhur Engizisyon Mahkemesi'yle derde giriyor. Ancak Cervantes'i Engizisyon'dan önce katil ve yan kesicilerden oluşan acımasız hapishane halkı yargılayacak. Cervantes'in en değerli varlığı kitabını, mahkumlardan geri alabilmesi masum olmadığını ispatlamasına bağlı. Evet evet mahkumlar masum olmadığını kanıtlamasını istiyor, eğer masumsa hapishaneye getirdiği hiç bir şey eşyasını alamayacak ve kitap da dahil.
  Cervantes savunmasını bildiği yoldan, oynayarak yapmak istiyor. Düşünün diyor, Mançalı Don Kişot bütün kötülüklere, büyücülere savaş açmış cesur bir şövalye. Bu savunma bütün mahkumların rol alacağı bir oyun oluyor. Cervantes'in sandığı açılıyor, kostüm giyiliyor, makyaj yapılıyor.
  Mançalı Don Kişot ve uşağı Sancho maceradan maceraya koşuyor. Yel değirmenlerini büyücü, bir hanı şato, bir fahişeyi de bakire bir prenses sanan kısaca herkesin deli gözüyle baktığı Don Kişot herşeye rağmen iyi niyet timsali ve hep cesur.
  Buradan sonrası herkesin izleyip görmesi, dinlemesi gereken sahneler. Don Kişot'un aşık olduğu hanın temizlikçisi Aldonza fakirlik içinde büyümüş bir kadın. Sürekli tacize uğruyor ve erkeklere hiç güvenmiyor. Ta ki Don Kişot'u tanıyana dek. Bunca fakirliğin, günahın ve suçun içinde bu kadar iyimser olduğu için ona deli diyor bir yandan da tüm kalbiyle seviyor...
  Oyunun en değerli sopranosu Aldonza'yı canlandıran Nazlı Alptekin'di sanırım. Bolca solosu ile kulaklarımızın pası silindi deyim yerindeyse. En başarılı oyuncu ise bir yan karakter gibi durmasına rağmen Sancho'yu canlandıran Kaner Sümer'di. Rahip rolüyle Serkan Taylan da hem oyunculuğuyla hem oyunun sonunda eşlik ettiği sesiyle aklımda kalan bir diğer isim. Oyundaki histerik bir mahkum kız da bütün izleyicinin beğenisini kazandı ancak ne ismini duyabildim ne de broşürde ismini ayırd edebildim. Son olarak yardımcı karakterlerden Berber Murat Direk de oyun boyunca kahkahalara boğdu bizi. Gelelim baş karakter Don Kişot Suat Arıkan'a. Sesi Sancho'nun gölgesinde kalsa da kusursuz bir performans sergiledi.
  Hayatımda ilk defa bu kadar güldüm heralde. Kötülüklerin kol saldığı, umutsuzluğumuzun giderek katlandığı bir dünyada bir Don Kişot olmak kolay değil gerçekten!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayatıma Yön Veren 10 Kitap

  Geçen sene böyle bir yazı okumuştum, o günden beri düşünüyorum hayatıma yön veren 10 kitap nedir diye. En çok beğendiğiniz kitapları belirlemek kolaydır ama bir kitap okuduktan sonra bazı kararlarınızı sorgulamak bazılarını değiştirmek ise o kitabın hayatınıza etki ettiğini gösterir. Yani bir kitabı beğenmekle bir kitabın size kendinizi sorgulatması ayrı şeylerdir. Ben "bir kitap okudum hayatım değişti" demiyorum ama "bir kitap okudum ve kararlarım değişti" dediğim 10 kitabı sıralayacağım.

İlk Psikiyatri Hastanesi: Asklepion

  İçinde bulunduğumuz coğrafya tıbbın kurucu medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Tıbbın babası Hipokrat İstanköy (Kos Adası) doğumludur ve çeşitli Anadolu illerinde hekimlik yaptıktan sonra tekrar İstanköy'e dönerek hekimliğe burada devam etmiştir. İstanköy Bodrum'un karşısında yer alan bir Ege adasıdır.   O dönemlerde yurdumuzda üç önemli sağlık merkezi bulunmaktaydı. Hipokrat'ın bulunduğu Kos Adası, Epidaurus ve Asklepion.

Yaşlılıkta Aşk / Love at Old Age

  Sokakta neden el ele yürüyen yaşlılara sık rastlamayız? Siz hiç parkta öpüşen yaşlı bir çift gördünüz mü? Ben görmedim... Yaşlanınca unutur muyuz aşkı, yoksa "yaşlı başlı insanlarız" diye düşünüp toplumdan mı çekiniriz? Kafelerde birbirine aşkla bakan yaşlı insanlar olsa benim çok hoşuma gider mesela. Gittikçe sevgisiz toplumlara dönüşüyoruz. Aşkımızı, sevgimizi belli etmekten utanıyoruz. Bir de mahalle baskısı var gencinden yaşlısına. Sarılamıyor, öpüşemiyor, el ele tutuşamıyoruz.   Sizi bir projeyle tanıştıracağım. Ünlü fotoğrafçı Willy Puchner "Love at Old Age" adlı projesinde yaşlanınca aşkların nasıl göründüğünü göstermiş. Keşke diyorum, hep böyle insanlar görsem çevremde. Yılların yıpratamadığı aşkları kırışıklarına gizlemiş bu tonton insanlarla dolu olsa sokaklar, sahiller. Willy Puchner Bio The Project: Love at Old Age